Kişilerin Sağlıklı ve Güvenli Bir Çevrede Yaşamaları En Doğal Hakkıdır
İş Sağlığı ve güvenliği son derece önemli bir konu. Endüstriyel ilişkiler açısından bakarak yalnız iş sağlığı ve güvenliği boyutuyla da olayı ele almak doğru dğil. Endüstriyel ilişkiler içerisindeki tüm unsurlar, tüm aktörler, tüm faktörler iş sağlığı ve güvenliğinin istediğimiz ve arzuladığımız noktaya gelmesi açısından önem arz etmektedir.
Yine İş sağlığı ve güvenliği, salt sonuç ilişkileri açısından ele alınırsa da sağlıklı bir neticeye ulaşılamaz. Olayı bir bütün olarak görmek gerekir. Endüstriyel ilişkiler içerisinde iş sağlığı ve güvenliğinin hangi noktada olduğu açısından olayı değerlendirmek ve bakmak daha uygun olur.
Bu konu yalnız Bakanlığımızla da sınırlı değildir. İşçi, İşveren ve tüm taraflar tarfından konu ele alınmalı ve çözüme kavuşturulmalıdır.
Birazdan bahsedeceğim mevzuatlar çerçevesinde, ‘’mevzuatı çözdük, denetimleri hallettik, sorun çözüldü’’ gibi bir yaklaşım da doğru değildir. Bütün unsurların elini taşın altına koymasıyla halledilmesi gereken, bir sorun olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Anayasamızda kişilerin sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı en temel insan haklarından sayılır. anayasal hüküm bu. Bu konuda yapılması gerekenlerin hangi noktada olduğunu da bu toplantılarla yılda bir kez de olsa işçi sağlığı ve güvenliği açısından ölçüp tartıyoruz. İşçi sağlığı ve güvenliği bireyin bilinçlenmesiyle doğrudan ilgilidir. Bu yöndeki bilinci sürekli olması gerekir. Kuşkusuz, bu bilinçle oluşacak olan işletmeler ve işyerlerinde olumsuzluklar çok minimize edilecek.
2006 sonu verilerine baktığımız zaman Türkiye’de 79.027 iş kazası olması ve 574 meslek hastalığının tespiti ve bunların 1601’nin de ölümle neticelenmesi düne göre olumlu gelişme sinyalleri veriyor. Fakat bu rakamların arzuladığımız noktada, olmadığının da bilinci içindeyiz. Bu bilincin arttırılması konusunda gerek uluslar arası düzeyde gerekse ülke bazında bu ve benzeri çalışmaların yaygınlaştırılmasının önemine inanıyoruz.
Bakanlık olarak, sosyal ortaklarımızla önemli çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Yasal düzenlemeler açısından birazdan değineceğim ama bunu da yeterli bulmuyoruz.
60. Hükümet olarak işe başladığımızda bir program yaptık ve bunu da ilk on gün içerisinde gerçekleştirdik. Öncelikle sosyal güvenlik alanında atılması gereken adımlar ve sosyal güvenlik reformunun gerçekleştirilmesi gerekir dedik.
İkinci olarak istihdam yani endüstriyel ilişkilerden bahsedebilmek için istihdam politikanızın veya istihdamın yoğun işsizliğin önlenmesi konusunda tedbirleri içeren bir paketin gerçekleştirilmesi gerekir.
Üçüncü olarak sendikalar yasası ile ilgili düzenlemeyi yapacağımızı sosyal taraflarla kararlaştırmıştık. Bunun üzerinde de altı ayı aşkın bir süredir taraflar çalışmalarını sürdürdüler ve nihai olarak Bursa’da yaptığımız toplantıda önemli bir aşama kaydettik.
Biz sosyal taraflarla bu konuyu konuştuk ve karara bağladık. 2000’den sonra işe başlayan herkes 60 yaşında emekli oluyor. Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra da insanlar yine 60 yaşında emekli olacak. 5860 yani yasa yürürlüğe girse de 60 yaş emekliliği var. 2036ya kadar yasa yürürlüğe girmese de 60 yaş emekliliği var. isterseniz iki yıl sonra işe girin , beş yıl sonra işe girin, on yıl sonra işe girin yine 60 yaşında emekli olacaksınız. 2036ya kadar emekli olma yaşı 60. 2048 yılında emekli olacak vatandaşımıza 65 yaş korkusu yapılacak. Yok böyle bir şey. Pirim gününüzü doldurduğunuz an kaç yaşında emeklilik varsa o yaşta emekli olacaksınız.
Dördüncü gündemimizde iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının yeni bir yasaya kavuşturulması bulunuyor. Burada sorun tek boyutlu değil. Türkiye’de veya çalışma hayatında bu değişimler ve dönüşümler bir elbirliği gerektiriyor, bir dayanışmayı da gerektiriyor. Bir dayanışma kültürünün olması gerekiyor.
Sosyal Güvenlik Reformu konusunda sosyal taraflarla yaptığımız günlerce, saatlerce yapılan toplantılar neticesinde geldiğimiz çok olumlu noktalar vardı. Bugün bile bu yasa tasarısının, bu reformun nasıl takdim edilmeye çalışıldığını ve konjonktürel bazı sorunlara kurban edilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Bundan son derece büyük üzüntü duyuyorum.
Bir yerde sorun varsa , bu soruna sosyal güvenlik reformu alet ediliyor. Ben bugüne kadar bu çalışmalarda hiç kimseden duymadımki , sosyal güvenlik alanında reform yapılmasın! Herkesin ifade ettiği bir konu var. Sosyal güvenlik reformu mutlaka yapılmalı. Reformların da hangi kalemlerde olacağı bellidir. Bunu da herkes çok iyi bilmektedir. bu reformun yapılmasında emekçinin, emeğin korunması konusundaki hassasiyeti sosyal taraflarla paylaştık. Her şey çok güzel. Ne yaptığımızı ne ettiğimizi TBMM’den önce belgeledik. Verdiğimiz sözleri de bir kelime demiyorum, bir harfini bile eksik bırakmadık TBMM’de aynen gerçekleştirdik.
65 yaş Türkiye’nin geleceği. 50-60-70 yıllarını ilgilendiren bir düzenlemedir ve bunu yapmamız gerekirdi. Türkiye’nin sosyal güvenlikte önünü görmesi gerekirdi. Siz hiç duydunuz mu ki, 90 gün pirim ödemeden bir işçi kardeşimiz sağlık hizmetinden yararlanabilir miydi? Yararlanamazdı. Seksen dokuz günde kaldınız mı gidip cebinizden tedavi olmak mecburiyetindeydiniz. Peki, 120 gün pirim ödemeden eşiniz ve çocuğunuzu doktora götürebilir miydiniz? Götüremezdiniz. Peki, şimdi ne oldu? Şimdi bir ay primini yatırınca, bir ay içerisin herkesin genel sağlık sigortası kapsamında olma imkanı geldi.
Peki, bu sorumluluk yalnız Bakanlıkta mı? Yalnız sivil toplum örgütlerinde mi? Toplum olarak hepimiz bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek durumunda değilmiyiz? Gereğini yerine getirmek durumundayız ama genel, konjüktürel ilişkiler ne yazık ki bazen de sivil toplum örgütlerini de etkilemiştir.
Açıkça söylüyorum Bakanlık olarak biz emekten, çalışandan, işçiden daha fazla yanayız. Tabii ki işveren olmayınca işçiden bahsedilemez. Bunlar ayrılmaz ikili. Ama emeğin hakkını iş sağlığını ve güvenliğini tartışıyoruz. Emeğin hakkın korumak son derece önemlidir. Geçmiş yıllara baktığımızda çok şey değişti. İnsanı öncelemeyen bir anlayıştan artık dünya sıyrılıyor. Ülkemizde de öyle. Üreten kim? Alın terini akıtan insan. O halde insan merkezli olaylara bakmak durumundayız. Ama dün böyle değildi dünya. Amaç üretimdi, sağlıksız şartlarda üretimdi, sağlıksız çevrede üretimdi. Çeşitli hakların tanınmadığı, belki de insanın insanca muamele görmediği ortamlarda insanı üretime sevk etmekti. Bunlar çok geride kalıyor.
Olaylara bakarken insan merkezli ve ülkelerin geleceğini düşünerek herkesin bir tuğla koyma anlayışı içerisinde olaya bakması gerekiyor. Aksi takdirde yaptığımız bu ve benzeri çalışmalar siyasi olaylara kurban edilmeye çalışılırsa, çalışacak, üretecek heyecanı olan insanların heyecanını kırarsak, gerek bürokrasiyle, gerek siyasetle, gerek sivil toplum örgütleriyle bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük yapılmış olur. Buna kimsenin hakkı yoktur. Herkes bu ülkede olumlu işi kim yapıyorsa, olumlu yönde kim katkı sağlıyorsa, onu alkışlamak, onu desteklemek, ona katkı vermek durumundadır. Çünkü bu ülke bizim ülkemiz. Bu yetmiş milyon vatandaş bizim vatandaşımız. Bu yirmi milyonun üzerinde çalışan vatandaşımız bizim emekçimiz, bizim vatandaşımız. Buna Bir katkı sağlamamız gerekiyor.
Efendim gerek sosyal güvenlikte , gerek sosyal yapılanmada, gerek işçi sağlığı ve güvenliği alanında tüm kazanımlarımızı bu ay içinde kazanalım… Dünyada hiç olmayan bir şey bu. Bunu herkes ister, herkes arzu eder ama her şey süreçle olur. Bu süreci değerlendirmek çok önemli. Şimdi biz ne yapıyoruz ? Bakınız diğer yasa , sendikalarla ilgili yapacağımız düzenlemede çok olumlu, çok önemli adımlar attık. Bunlarla ilgili tüm düzenlemeler gerçekleşsin. Saygı duyarız, ama tümünü yüzde yüzünü gerçekleştirmek bir arzudur, bir taleptir, bir hedeftir.
Bunun eğer yüzde seksenini, yüzde doksanını elde edebiliyorsak bunu da bir kazanım olarak değerlendirip ondan sonraki mücadelenin yüzde yirmisine yüzde onuna dönük sürdürülmesi gerekiyor. Bakışımız bu olmalı. Böyle olursa hepimiz rahat ederiz ve dayanışma kültürü artar. Dayanışma anlayışı gelişir ve diğer kazanımları elde etme süreleri de kısalır. Aksi takdirde süreyi uzatmaktan başka bir şeye yaramaz.
Özellikle tersanelerle ilgili, umarım yine de gündemde olmamasına rağmen tartışılmasında bir mahsur yok hatta tartışılmasında yarar var. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak Bakanlığımızın birinci haftasında biz atladık Tuzla’ya gittik meydana gelen bir elim olaydan dolay gittik. Gördüğümüz tablolar ve çözümler aslında ilk görüşümüzde bizim kafamızda uyandı. Bu sağlıksız ortam iş güvenliği, iş sağlığının ne kadar riskli olduğunu ilk bakışınızda bile anlıyorsunuz. O halde amaç nedir? Bunu konuşmak, çok konuşmak değil, gündemden kaldıralım hiç düşünmüyorum, Tuzladaki tersanedeki olumsuz gidişatı ortadan kaldırmaya dönük ne gibi katkımız var? Sorgulamalı kendisini, sorumlu durumda olanlar. Biz tespit ettiğimiz olumsuzlukları Bakanlık olarak belirttik.
Biz, dedik ki; burada fiziki şartlar direkt Bakanlığımızı ilgilendirmiyor. Yani siz 50 tersanenin alacağı yere 70 tersane koymuşsanız bu bugünün sorunu değil.1980’lerin sorunu bu herkes biliyor.Bu ayrı bir şey. Bizim direkt olarak, Bakanlık olarak halletmemiz ve uğraşı alanımız olan bir hadise değil. Ama bizimle ilgili olan, bir denetim, iki burdaki sağlıksız ortam. Bilinçsiz bir şekilde bu ağır ve tehlike içinde çalıştırılan gençlerimizin, çalışanlarımızın, emekçilerimizin durumu çok önemliydi. Bunun için de hemen eğitim seferberliği başlattık ve o konuda çok ciddi mesafeler aldığımızı ifade etmek istiyorum.
Denetimleri hiç eksik etmedik. Ama esas tespit ettiğimiz alt işveren, taşeronluk sistemiydi. Taşeronluk sistemiyle ilgili de istihdam paketi birinci maddesi olarak bu eksikliği, bu açığı, buradaki sıkıntıyı ortadan giderici düzenlemeyi de istihdam paketine koyduk ve ne dedik; sözleşme yazılı olacak. İşverenle, alt İş verenle ana işveren arasındaki sözleşme yazılı olacak. Bunlarla ilgili denetim mekanizmaları içeren bir düzenleme getirdik ve en önemlisi alt işverenle ilgili mesleki eğitim olmadan artık ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmayacak.
Şimdi bu kısa süre içerisinde tespit ettiğimiz, kısa süre içinde çözüme kavuşturma konusunda adım attığım konular. Yapılması gerekenler var… Çok şey yapılıyor… Çok şey de yapılacak ve inanıyorum ki gerek iş sağlığı ve güvenliği gerek çalışma hayatıyla ilgili önümüzde duran tüm engeller ortadan kaldırılmış olacak. Netice itibariyle şunu söylüyorum; sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı ve çalışanların yaşam kalitesini arttırma konusundaki gayretlerimiz artarak devam edecek.